Ana içeriğe atla

KAYIP İLANIDIR…



   Kaç gündür diyete girmiş kalemim. Yazı diyetine. Bana kızdığından galiba. Bu ara böyle bana kızan çok. Kaç zaman oldu, çok bekledim kapısında. Ama o inatla yazmaya yeltenmedi. Dedim “Bak çok zayıflarsan daha yazamayız.”  hiç umursamadı beni. Hızlıca yüzüme çarptı defterlerin kapağını.
  Bugün, bugün farklı bir şey oldu. Öleceğimi zannetti herhalde. Usulca elime vurdu. Ağlamak istedim ama ağlayamayacak kadar yorgun, gözyaşımı akıtamayacak kadar hissizdim.
  Zor oldu kalemimi elime almam. Zor oldu kâğıdın başına oturmam. Çok zor oldu kayıp kelimelerimi bulmam. Zaten sınırlı sayıda olan dünya kelimeleri ile pek aram yok.
  Velhasıl kelam geçenlerde yaşadığım kayıp olayını yazmaya niyetlendim. Tabi bu kayıp kelimelerle ne kadar yazılırsa o kadar yazmak istiyorum.
  Ne kadar zaman oldu hatırlamıyorum. Aciz bir hafızam var. Çoğu zamanda pek hatırlamaz zaten. Neyse ne zaman olduğunun bir önemi yok.
  İşte bir gün yürüyorum. Kayıp ilanı vermek için sokağın sonundaki karakola doğru yürüyorum. İnsanlar akıp geçiyor sokaktan. Onların hayatlarını düşünüyorum.
  Bir adam geçiyor yanımdan. Kahvaltısını yapmamış belli. Hâlâ ayılmamış ve kravatı  düzgünce bağlanmamış. Öfkeyle yürüyor. Ama yakışıklı bir adam; kadınların ona bakmasından hoşnut oluyor bir yanı, bir yanı tamamen farklı düşünceler içinde. Karısıyla kavga etmiş olmalı. Yüzüğünü çıkartmış. Bunu da sürekli olarak yüzük parmağıyla oynamasından anlıyorum. Geçiyor yanımdan işte. Birçoğu gibi.
  Sokağın etrafı mağazalarla dolu. Yeni açılmaya başlıyorlar. Erken demek ki saat. Evden çıkarken saate bakmadım. Şimdi de bakmaya üşeniyorum.
   Mağaza çalışanları mutsuz görünüyor, patronlar mutlu. Patronlar çok kazanıyor; az çalışıyor, personel az kazanıyor; çok çalışıyor. Haklılar mı bilmiyorum. Müşteri olarak gördüğüm muameleleri hiç anlatmayım zaten.
  Bir kitabevi takılıyor gözüme. Şimdi içerideki bir kitabın kapağını açıp sayfalarının arasında kaybolmak istiyorum. Ama olmaz, kayıp ilanını vermem gerekiyor. İlerliyorum…
  Sanki bir heyecan oluyor. İlk defa kayıp ilanı vereceğim. Sonunda deli hastanesine bile gidebilirim.-Sahi asıl akıllılar yatıyor ya oralarda neyse. Gerçek deliler toplumun huzurunu bozmakta.-Yani böyle bir kayıp ilanı verilmemiştir. Bu düşüncem bundandır.
  Yok öyle düşündüğünüz gibi “Aklımı kaybettim, arıyorum.” tarzı bir şey değil. Neyse içeri girmek için adım atıyorum, kararsızım aslında. Kapıdaki memur gülümsüyor. Fark etti beni artık vazgeçersem şüphe çekerim. Hafifçe başımı eğip selam veriyorum.
  Memurun yanına ilerleyip kayıp ilanı vermek istediğimi söylüyorum. Beni yönlendiriyor. Adımı-soyadımı soruyorlar. Başka şeylerde soruyorlar ama hatırlamıyorum. Galiba deli olduğumu düşünüyorlar.
  Ne için kayıp ilanı vermek istediğimi soruyorlar. İşte kilit burası; susarsam hiç konuşmamam gerekir, konuşursam hiç susmamam.
  Derin bir nefes alıyorum. Sanki bana zaman kazandıracak. Anlatmam lazım artık. Sözcükler dudaklarımı kanatıp akmaya başlıyor artık.
  “Kayıp olan hayallerimdir, memur bey.” diyorum. Sanki “Bu deliden başka bir laf çıkmazdı” der gibi bakıyor yüzüme. Omuzlarımı dikleştirip masaya doğru eğiliyorum. “Bakma öyle işini yap” diyorum. Nasıl diyorum bende bilmiyorum. Ortamın gerginleştiğini anlayan diğer bir memur “Tamam ilk önce seni sorgulamamız gerekiyor. Senin hayallerin kaybolduysa baş şüpheli sensin.” diyor. Beni kelepçeleyip sorguya alıyor.
  Bir anda oluyor bunlar. Benim aklımdaysa “Hapse mi girerim yoksa deli hastanesine mi gönderirler?” soruları dolaşıyor.
  Memur kaşıma geçip sorguya başlıyor:
—İlk kayıp ne zaman oldu?
—Hatırlamıyorum.
Masaya yumruğunu vurup, ayağa kalkıyor. Arkama geçip devam ediyor:
—Sen neredeydin hayallerin kaybolurken?
—Ben, ben bilmiyorum.
—Uğraştın mı kaybolmasın diye?
—Ağladım, çok ağladım.
—Boş laf yapıyorsun, sana uğraştın mı dedim?
—Uğraştım, her kırılanın yerine yenisini ekledim. Kaybolanın ardından haberler yolladım. Geri gelen olmadı. Her gece hayallerimle uyudum. Her gün onları gerçekleştirmek istedim. Yoruldum. Giden, gelmedi ben yalnız kaldım. Hayallerime mektuplar yazdım. Ama onları göndereceğim bir posta yoktu. Aslında yenildim ben memur bey, ilk kendime yenildim. Buraya gelme sebebimde; elimden gelen her şeyi yapmış olmanın huzurunu yaşamaktır. Ama sorun ne biliyor musunuz? İnsanlarla bir aradayken huzurlu yaşanmıyor. Ve ne var biliyor musunuz? İnsanlar öldürüyor beni. Yalnızlığımsa yaşatmasa da öldürmüyor.
—Peki buraya gelip bizi meşgul edince ne oldu?
—Hiçbir şey, kocaman bir hiçbir şey. Bir şey değişsin diye değil. Yapmam gerektiği için yapıyorum. Yani maddi bir kaybım yok diye mi ilan veremiyorum. Yani illa elle tutulur bir şeyler mi olmalı. Kalple tutulanların bir hatırı yok mudur kanunlarımızda? Yani ben mahkemeye çıksam ne olur? Desem “Hakim bey bul suçluları, bul benim hayallerimi. Suçlular fazla uzaklaşmış olamaz. Çünkü hala kanıyor hayallerimi kopardıkları yer. Yakınlarımdakiler suçlu.” olmaz mı? Sahi avukat bulabilir misiniz bana? Bak deli doktoru istemiyorum. Akıllı doktoru lazım bana. Memur bey yorgunum; soluğum yorgun; göz kapaklarım yorgun…
  Karşıma geçip oturuyor. O da yorgun. Kimlerle uğraşıyor günler boyu. Arıza insan çok. Maç olur polisim gider, protesto olur polisim gider. Birde üstüne şiddete maruz kalırlar. Ama benim gibisiyle hiç karşılaşmamışlar belli.
  Birden ayağa kalkıp, dışarıya çıkıyor. Hiç beklediğim gibi olmadı diye düşünüyorum. Böyle miydi bu sorgulama işleri? Aslına bakılırsa tecrübem var mı sorgulama konusunda, tabiki yok. Beş yada sekiz dakika kadar sonra dönüyor. Bilmiyorum belki daha uzun belki daha kısa sürüyor dönmesi. Dönmesiyle düşüncelerimden sıyrılıyorum.
—Seni birisine benzettim. Çok iyi tanıdığım birisine. Belki de sen tüm insanlığın kayıp yanısın. Neyse dava açamayacaksın. Sorgulama sonunda sen suçlu bulundun. Hiçbir avukat seni savunmayacak. Ellerinde hayal kırıklarının kesikleriyle kelepçelenecek. Bir daha buraya gelirsen de ilk olarak sıkı bir dayak yersin. Sonra hapishaneye gidersin. Doğrusu karar senin. İnce ruhlu insanların yaşayabileceği insanlar kayıptır. Tıpkı senin gibi. Yaralama ruhunu daha fazla kayıp kal.
  Ayağa kaldırıyor beni, ellerimdeki kelepçeyi çıkartıp diğer kelepçeyi takıyor. Beni adeta sürüklüyor. Çünkü yürümeye mecalim yok. Diğer polis memurları şaşkın. Böylesi de oldu ya böyle bir insanda tanıdılar ya daha ne olsun…
  Bir polis memuru “Sicilin tertemiz, eğitimlisin. Niye böylesin ki? Çalıştığın yeri değiştir iyi gelir.” diyor. “Memur bey, benim maddi sicilim tertemiz olabilir ama manevi sicilim kan içinde. Eğitimliyim ama zihni cahil insanlarla yaşıyorum. Yani çalışıyorum aslında yaşamaya çalışıyorum. Başarılı değilim işte yaşamın kayıplarıyla doluyum.” diye karşılık veriyorum. Böyle bir cevap beklemiyor belli ki, şaşırıyor. Deli olduğuma kesin kanaat getirmişte olabilir.
  Sonra diğer memur beri dışarı çıkarıyor. “Hayallerini ancak sen bulabilirsin, bizi meşgul etme. Hayat budur zaten; kaybettiklerinle kazanırsın. Kaybettiğin hayallerin sana yeni kapılar açacak.” diyor. Sonda sırtımı sıvazlayıp beni dışarı itiyor. Bir iki saniye gökyüzüne bakıyorum. Arkamı dönüyorum teşekkür etmek niyetiyle. Ama o polis yok. Sadece ilk girdiğim zaman ki polis var. Ve yine bana aynı şekilde gülümsüyor, irkiliyorum. Bu defa geldiğim yöne doğru yürüyorum. Anlar, anlar çok önemli. Bazı saniyeler koca bir ömür gibi bazı yıllar sadece bir an.
  Böyle işte değerli okuyanlar. Yaşadığımı mı yazdım yoksa yaşanılabilir olanı mı yazdım bilmiyorum. Galiba diyetten çıkan kalemin canını çıkarmak için uzun ettim. Fazla antrenman yapmış oldu. Özlemişim onu, o da beni.
  Özlem hiç kaybolmuyor. Çünkü hayat onu kaybettiklerimizle sunuyor bize. Kaybettikçe özlüyoruz. Özlüyorum…


("Niyetler, nasipleri değiştirmiyor bazen..." Başka bir yerde yayınlanması niyetiyle yazmıştım, orada olmayınca blogumda paylaştım...Sevgiler...)

("Başıbozuk" adlı bir karakter altında devam edecek inşallah yazılarım.  "Başıbozuk" ne yapacağı belli olmaz. Takip etmeli, dinlemeli. Durup dururken bozulmuyor aklı...😉😉😉😉)

A.Z.Yazar  

Yorumlar

  1. Gerçekten de kaybettiğimiz hayallerimiz yeni kapılar açar mı bize acaba? Keşke açsa... Eline sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Açar, açmalı yoksa haksızlık olmaz mı bize :)))

      Sil
  2. heeey az yazıyon sen amaa çok iyi yazıyon valla. bi sen bi de özlem yavuz (kelime tozu), ikiniz en iyisiniz bence :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Deep çok teşekkür ederim. Çok mutlu ettin beni :))) Yorumların candır :)))

      Sil
  3. Yazı dilin çok hoş, kelimeler gözümün önünden akıyorlar resmen, bu arada blogunu uzun zamandır takip ediyormuşum zaten :D Kaybolma bir daha ortalıklardan ♥ Hep yaz sen :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. İnşallah kaybolmam ama yazı bir tutku zaten onu bırakamam. Mutlu etti yorumun, çookkk sevgiler...:)))

      Sil
  4. Aslında kayıp olan hayallerimiz değil. Bu yalancı dünyada kendimize kaybediyoruz farkında olmadan zaman ise bunları hiç affetmiyor. En ücra köşede bir kenarda bizleri yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan dolayı sorguya çekiyor. Ne polis kadar anlayışlı nede polis kadar yol gösterici oluyor. O sığ dünyada rehberin yine kendin oluyorsun yarım kalmış hayallerin ve kayıpların içinde başarabilirsen ayakta kalıyorsun başaramazsan ayaklar altında ezilip kayıpların içinde kayıpların ile kayboluyorsun. Umarım kayıplarımızı bulup başaranlardan oluruz. Güzel bir konuya değinmişsiniz tebrik ederim.
    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, güzel bir bakış açısıyla çokta doğru değerlendirmişsiniz. İnşallah başarırız, başaranlardan oluruz...

      Sil
  5. Kaleminiz iyi dönmüş yine. Özlediği ve özlendiği belli. Kaleminize sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh çok teşekkür ederim :)) Bazen diyorum ki çok uzaklaştım uzağında mı kaldım kelimelerin. Bir daha kalem almayacak mıyım elime. Ama sonra çok şükür geçiyor. Beğenmenize çok sevindim. Sevgilerimle :)))

      Sil
  6. Özlem gittikçe büyüme devam eden bir yara sanki, dediğiniz gibi asla kaybolmuyor. Diyete giren kalemlerimiz değil, hüzünlerimiz olsun. Kalemine ve akan kelimelerine sağlık sevgili Büşra :)

    YanıtlaSil
  7. Ah inşallah hep hüzünlerimiz olsun diyete giren. Çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için :)))

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sosyal Medya Kabadayıları, Klavye Delikanlıları (!)

  İnsanlar konuşmayı çok seven varlıklardır. Konuşma kabiliyeti insana verilmiş, haliyle insan da son harfine kadar kullanır bunu. Düşünen varlık olarak yaratılan insan düşünmez ama. Konuşmaya gelince heheeyy mangalda kül bırakmaz. Yani insan her zaman olduğu gibi burada da işine gelen kısmı alır, geri kalanını halı altına süpürme yapar.   Şimdi her yere de ulaşmıyor mu elleri, iyice yandık. Geçiyor klavyenin başına, hiç tanımadığı insanlara yağdırıyor. Bazen terbiyesizleşiyor ama yazmak hakkı. Konuşacak illâki sesli olmasa da, zehriyle yakacak birinin canını.   Öyle adamlık, hanımefendilik, sözüm ona delikanlılık sığındığın bilgisayar ekranının arkasından olmuyor. Yüreği olan, insan olan yapmaz bunu. Neymiş efendim o fotoğrafı atabiliyorsa, bu yazıyı yazabiliyorsa, böyle de yorumu hakkedermiş. Saygı çerçevesinde her yorum, eleştiri kabuldür. Buna lafımız yok. Hiçbir zaman olmadıda. Ama yazık size. Hiç var olmamış gibi yaşayıp, hiç var olmamış gibi öleceksiniz.   İnsanların t

KALEMİM

  KALEMİM   Hani bazen sen yazmak istemezsin. Kalem gelir defterin başına. Öyle bir gün işte. Gün geceye dönmekte.   Kalem dans etmeye başlıyor bu vakitlerde. Ben izliyorum dansını. Nasıl minnettarım kalemime. Atlı bir asker gibi daima dik. Her an savaşa hazır.   Hiç bırakmıyor beni  sağ olsun. Oda giderse yaşayamam. Hayatla aramdaki ince bir bağ gibi. Hem kopmaya çok yakın. Hem de hiç kopmayacak  olan bir bağ.   Kimler bırakmadı ki, gitmedi ki ve geri gelmedi ki...Kalemim bırakmadı. "Yaz" dedi bana. Dağıt kelimelerini. Kokunu saç satırlara. Cümleleri bağır çağır boş kağıtlara. Oku yazılanları. Ve sen tamamla eksik kalanları.   Kalemim benim can damarım. Sanki var olma sebebim. Sanki Rabbim'de bana bunu vermiş.   Yolculuğa çıkmak gibi. Keşfetmek ve tanımak gibi. Anlamak yaşamın anlamını. Bilmiyorum ki. Bir sırrı bilmek gibi işte.   Ah bu hoyrat kalem nerelere götürdü beni. İçimdeki dehlizlere. Bilinmeyenlerime. Bilsem sanki kaybolacaklarıma.   Kalem, kalem

KIR ZİNCİRLERİNİ

Kır Zincirlerini Kır zincirlerini bu kez, Fazla cesur olmasan da olur. Anı yaşa, Sonuç hüsran olsa ne olur.

Ölüm

  ÖLÜM   Ölüme gideceğiz hepimiz, Dudaklarda kahkahalarla, Belki gözyaşlarıyla, Ya da son umutla.   Ölüme gideceğiz hepimiz, Kimimiz koşar adımla, Kimimizin ölüm yokken aklında, Ya da ansızın olacak bazılarımızda.   Ölüme gideceğiz hepimiz, Genç yaşımızda, Yaşımızın geçtiği zamanlarda, Ya da yaşam sevincini taşırken her anımızda.   Ölüme gideceğiz hepimiz, Kör bir kurşunla, Belki ölüm varken aklımızda, Ya da olmayacak intiharla.   Ölüme gideceğiz hepimiz, Geride kalanlarla, Ne olursa olsun yaşanmışlıklarla, Ve olamadığımız mutluluklarla.   Bırakacağız hayatı acısıyla, tatlısıyla, ölüme gideceğiz hepimiz, Ne olursa olsun, acı bir vedayla...                                                                                                        "Aşkı Zikreden Yazar"   (Bir küçük çocuğa yazıldı bu satırlar. Hiç yokken aklında ölümüne sebep oldular. Ve nicelerinin. İnsan kendi türünden çektiğini çekmedi kimsel

Gece Kalpte

GECE KALPTE   Gündüze "İyi Geceler" oldu, O halde günaydın gece.   Gitmek ne zaman yüreğe vuruldu? Hoş geldin yabancı kalplere.   Sevmek nicedir insandan uzak, Okşamak sadece rüzgara kaldı.   Yalnızlık çoktur bizimle, Kalabalıklar çok sahte şimdilerde.   Gündüze "İyi Geceler" oldu, O halde günaydın gece.   Gündüz mutluların kalbinde, Biz ise kalbe giydirdik gece.   Yağmur ıslatmıyor artık, Sahi, en son ne zaman sırılsıklamdık.   Gözler görmekten uzakta kaldı, Dinlemek yoruyor artık aklı.   Sorma, sorsan herkes haklı, Kalp paramparça, kan içinde, İçinde acı, içinde gece saklı.   Şair diyor ya zaten; Gündüze "İyi Geceler" oldu, O halde günaydın gecem, Günaydın, bu senin de gecen...                                            "Aşkı Zikreden Yazar"   (Hayat bazen geceye günaydın demeni ister. Zaten sadece gündüzleri denilecek diye zorunluluk yoktur. Bize böyle öğretti